Tekfir Hakkinda Mühim Konular

El Kaide Genel Liderliği görevi esnasında Afganistan Pakistan sınırındaki Veziristan Bölgesinde ABD hava saldırısıyla hayatını kaybeden Atiyetullah El Libi’nin A’malul Kamile adlı eserindeki öne çıkan bölümleri okurlarımız için Türkçeleştiriyoruz:

“Şuan bu bapta mühim bir kaide hakkında konuşacağız.

Bu kaide mutlak tekfir ile muayyen bir şahsı tekfir etmek arasını ayırmak hakkında olacak.

Fiil veya söz ya da inanç hakkında küfür hükmünü vermek manasına gelen mutlak küfür hakkındaki kelamımız ile muayyen bir şahıs üzerine küfür hükmünü icra etmek, onun bil fiil kâfir olduğuna ve İslam dairesinden çıktığına hükmetmek arasında fark vardır. Yani bunlar iki (ayrı) meseledir. Her iki meseleyi de delilleriyle ele alacağız.

Diyoruz ki: “Kur’an, sünnet ve bunların konumunda olan icma ve kıyastan İslam şeriat fıkhında her hangi bir fiilin veya sözün yahut itikadın küfür olduğu şer’i delil ile sabit olursa bu fiil, söz ve itikat küfürdür.” Fıkıh sahibi âlimler kitaplarda bu meselelerin birçoğu hakkında konuşmuşlardır. Yahut şöyle de diyebiliriz: “Fıkıh âlimlerinin riddet kitaplarında zikrettiği meselelerin birçoğu bu baptandır, yani mutlak küfür babından.”

Onlar bunu; küfür olan şeyleri insanlara öğretmek babından yapmaktadırlar. Ki böylelikle insanlar bundan sakınsınlar. Ancak muayyen bir kişi küfür olan söz veya fiil işlediğinde yahut küfür olan bir şeye inandığında meseleye başka bir bakış açısıyla bakmamız lazımdır.

Peki, bu bakış açısı nedir? Buradaki bakış açısı; küfür fiilini yapan veya sözünü söyleyen yahut itikadına inanan bu muayyen şahıs için bir özrün olup olmamasıdır. Acaba bu şahıs mazeret sahibi midir yoksa değil midir? Eğer mazeret sahibi ise ona küfür hükmünü icra etmeyiz, değilse o kişi kâfir olmuştur İslam’dan çıkmıştır. (Buna binaen) Onun kâfir olduğunu söyleriz.

Örneğin Kuran’ı parça parça yırtıp üzerine ayakla basmak, bütün Müslümanların indinde ittifaken küfürdür. Kuran’ı hor görüp onu aşağılamak –Allah muhafaza- kesin küfürdür. Allah’ tan (Subhanehu ve Teâlâ) selamet ve afiyet istiyoruz.

Şuan ben dışarı çıktım ve –Allah muhafaza- önümde Kuran’ı parçalayan ve üzerine ayağıyla basan bir adam gördüm. Bu fiil kayıtsız ve şartsız küfürdür. Fakat adı –örneğin Sait olan- bu muayyen şahıs kâfir midir yoksa değil midir? (öncelikle bu şahsın) Deli olup olmadığına bakarız. (çünkü) onun deli olması mümkündür. Belki bir adam onun üzerine silah doğrultmuş şöyle diyordur: “Dediğimi yap, yoksa seni şimdi öldürürüm!” Bu durumda o şahıs ikrah altındadır. Bak bakalım bu adam onu bir şeye zorluyor mu? Ki böyle bir durumda adam ikrah altında(bu işi yapmakta)dır.

Yani bu iki mazeret bu meselede tasavvur edilebilir, genellikle bunların dışındaki mazeretler düşünülemez. Ancak aşırı dikkatsizlik anında belki bu tasavvur edilebilir. Fakat bu da az bir durumdur. Veya şöyle de düşünülebilir; o kişi bunun Kuran olduğunu bilmiyordur. Bunun da vaki olması azdır. Fakat ikrah ve delilik yani aklın olmaması tasavvur edilebilir.

Bu durumda bu şahsın kâfir olduğuna hükmedemeyiz. Bu gariban, mazeret sahibidir, halen Müslüman’dır, ancak yaptığı fiil küfürdür. Bununla beraber, bu şahıs insanı küfre düşüren bir fiil işlemiştir, akletmeyen delilinin mazereti gibi bir mazeret sahibidir veya ikrah altında (bu küfür fiilini) yapmıştır. (yani) Zorba, bedbaht ve tehdidini infaz etmeye kadir olan bir kişi ona “şu işi yap yoksa seni şimdi kurşunlar öldürürüm” demiştir. İşte, muayyen şahısta kesinlikle gözetilmesi gereken araştırmanın anlamı budur.

Peki, aradaki fark nasıl açığa çıkacak? Farz edelim ki ben, dışarı çıktım, Kuran’ı yırtan ve yere atan bir adama rastladım, izzeti nefsim bana galip geldi, silahıma davrandım ve hemen adamı öldürdüm. (Tabi) Ben o adamın mazeret sahibi olup olmadığını bilmiyorum, hiçbir şeye bakmadan adamı öldürdüm. İşte burada, meselenin tesiri veya araştırmanın etkisi kendisini gösterecektir. Daha sonra öldürülen adamın ailesi bana geldi ve dedi ki: “Bu garibanı neden öldürdün? (Öldürdüğün) Bu adam, deliliğine herkesin şahitlik ettiği meşhur bir mecnundur!” Bu durumda ben özürlü, deli bir adamı öldürmüş oldum. (Aslında) Benim araştırmam gerekiyordu. Hal böyle olunca bu gariban deliye, boy abdesti aldırır, onu kefenler, namazını kılar Müslüman mezarlığına gömeriz. Çünkü o, İslam’ına hükmedilen Müslüman bir kişiydi veya Müslüman anne babadan doğmuş bir Müslüman’ın evladıydı. Doğuştan deli olması veya daha sonra yaşarken deli olması hükmü değiştirmez. Belki de adam, salih bir insandı sonra delirdi ve hiçbir şey bilmez oldu.

Bu kişinin Müslüman olduğuna hükmedilir, kâfir olduğuna değil. Biz ancak ona Müslüman hükmünü vermekte devam edip Müslüman muamelesi yaparız ve onun kurtuluşunu temenni ederiz. Deli olduğu ve aklını yitirdiği için, o mazurdur (ama) yaptığı fiil küfürdür. İşte araştırmanın geride bıraktığı iz budur. Bu kişinin ameli küfür olmasına rağmen biz onun Müslüman olduğuna hükmettik.

Bu durumda genel hüküm; (adamı öldüren) katilin –ki bu mesele de araştırılacaktır- öldürülmeyeceği yönündedir Allah’u a’lem. Fakat bu katil, kötü bir iş yapmıştır, tâzir ve disiplin cezasına çarptırılması mümkündür.

Aslında uygun olan o adamın araştırması, soruşturması ve öldürme işini kâdılara veya Müslüman bir otoriteye ve yöneticiye bırakmasıydı. Fakat o adam acele etti. Dolayısıyla münasip olan onun cezalandırılması, disiplin ve tâzir cezasına çarptırılmasıdır. Bununla beraber o adam, bundan dolayı öldürülmez. Çünkü hakkında hiçbir ihtilafın olmadığı açık ve net bir küfür görmüş, gayreti diniye sebebiyle öldürmüştür. Bundan dolayı bu adam öldürülmez.

Başka bir misal verelim. Örneğin parlamentolar… Biz parlamento hakkında konuşur onun tağut olduğundan bahsederiz. Çünkü hükümlerinde, sıfat ve özelliklerinde Rab Teâlâ’ya muhalefet edebilecek Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Emretme, yaratma ve hükmetme yetkisi sadece O’na aittir. Hükmetmek yalnız Allah’a mahsustur. Parlamento ise Allah’tan gayrı, O’nun izin vermediği hususlarda hükmeden bir kurumdur.

Bu kurum Allah’tan (azze ve celle) ayrı, O’nun izni ve icazeti olmadan kanun vazetmektedir. İşte bu, tağuttur ve Allah’tan gayrı insanların ibadet ettikleri ilahtır.

Parlamentonun tağut olduğu bizim nezdimizde açık bir şekilde karar bulmuştur. Fakat Müslüman’lardan bir kişi, hocalardan bir hoca, âlimlerden bir âlim veya şuan olduğu gibi kanaat önderi, davetçi ve üstat biri çıka geldi, parlamentoya girdi, meclistekilerle ve meclis üyeleriyle beraber parlamentoda bazı mevzuat (değişikliği) ve kanun çıkarmak için oy kullanarak ortak çalıştı. Biz de bu adama konuları izah ettik ve dedik ki: “ şu meselenin hükmü şudur, parlamento Allah’tan gayrı bir ilahtır, bu bir tağuttur, yapılan iş Allah’ın izni olmaksızın kanun koymaktır.” O da bize cevap olarak dedi ki: “Ben bunu biliyorum. Fakat kötülüğü azaltmayı, doğru sözü duyurmayı ve gücüm yettiğince batılı def etmeyi düşünüyorum. Belki ben bununla şerri azaltır, Müslümanlara faydalı kazanç sağlar, parlamentoyu çekip çevirir, şeriata muvafık kanunlar çıkarmak için uğraşır, kötü gidişatı hafifletirim veya parlamentoyu dine boyun eğecek bir şekle sokmak için çabalarım…” Adam bu (ve benzeri) gerekçelerle tevil yapmaktadır.

Acaba bu mazeret(ler) makbul müdür değil midir? Âlimler bu mazerete ne ad verirler? Âlimler bu mazerete tevil özrü diye isim verirler. Fakat bu mazeret geçerli midir yoksa değil midir? Biz bunu özür olarak kabul edecek miyiz yoksa etmeyecek miyiz?

Fakihler bu meselede hüküm vermiş, ilim adamları ihtilaf etmiştir. Bu mesele hakkında hüküm vermek bir fakihten diğerine, bir müftüden diğerine farklılık arz eder. Parlamentoya giren adamın tevilinde sadık olduğu, hayrın galibiyetini murat ettiği, hakkı ve hakkaniyeti kastettiği fakat tevil edip bunun caiz olduğuna inandığı, kime zahir olursa, onun katında bu özür(ün muayyen tekfirden engelleme manasında makbul olduğu) açığa çıkar.

Kime de, bu tevil neredeyse oyun-aldatmaca ve heva ile yapılmış uzak ve fasit bir tevil olduğu zahir olursa, o kimse de, bu kişiyi mazur görmez. İşte bu, bir halden diğerine değişir. Tevilin kendisi, ona itibar etmek veya etmemek bu bakış açısına bina edilir. Sair örnekler de aynı bunun gibidir.

Örneğin “mecburiyet” meselesi… Bir kişi küfür fiili işler. Bir asker olarak mürtedlerle beraber savaşır. Afganistan veya Pakistan ya da bunların dışında kâfir ve mürted devletin ordusunda yer alan “serbaz” teşkilatında askerlerden bir askerdir.

Mesela Afganistan’ı ele alalım. Bir kişi Karzai’nin ordusunda askerdir. Bu kişi derki: “Para ve iş olmadığından mecburi olarak ailemin maişeti için orduda çalışıyor ve buna ihtiyaç duyuyorum.” Şimdi bu mazeret makbul bir mazeret midir yoksa değil midir? Bu makbul bir mazeret değildir. Gerçekten bu açık bir meseledir. Çünkü bu adam odun toplamak için (dağlara) çıkabilir, çarşıda hamal ve çöpçü olarak çalışabilir veya başka her hangi bir işte çalışabilir.

Bu adamın başka birçok işte çalışma imkânı varken, küfür fiilini yapana kadar, ölüm derecesine ulaşmadan yaşamaya güç yetirebilir. Hicret edip mücahitlerle beraber hareket edebilir. Bu kişi kâfirlerden telassus etmeye takati vardır. Şayet bu kişi kâfir hükümetten telassusta bulunsa, Allah’ın (azze ve celle) helal kıldığı bir malzemeyi alıp çalsaydı bu kendisi için daha faziletli bir amel olurdu. Hatta ölümle karşı karşıya gelseydi şehit olurdu. Dolayısıyla bu kişinin öne sürdüğü (kâfir bir hükümetin ordusunda maişet için çalışma) özrünün hiçbir geçerlilik yönü yoktur. İnsanlar buna benzer dünya, mal-mülk, geçim, çocuklar ve benzeri şeylerle delil getiriyorlar. Biz de diyoruz ki: “Mecburiyet mazeretlerinin birçoğu makbul değildir.”

Örneğin şuan Pakistan hükümeti diyor ki: “Biz mecburuz. Amerika’nın yanında olmaktan başka bir çaremiz yok. Çünkü Amerika’nın yanında olmaz, ona itaat etmez, onunla ittifak kurmaz ve onunla aynı safta olmazsak Amerika bizi vurur.” Onların mazereti bu! “Biz mecburuz, Amerika’nın yanında Afganistan Taliban İslam Emirliği ile ve şu El Kaide ve teröristlerle savaşmamız lazım. Şimdi bu mazeret makbul bir mazeret midir? Pervez Müşerref onun arkadaşları ve halk(tan bazıları) böyle söylüyordu. Bu söz makbul müdür? Sizin görüşünüz nedir?

Bu mazeretin makbul olmadığı açıktır. Bu sadece bir kandırmacadır. Çünkü bir kişi mazerette bulunduğunda, mazeretinde sadık olması gerekir. Onlar ileriye sürdükleri bu mazerette sadık değiller. Fıkıh sahibi için bu mühim bir konudur. Öyle ki fakih, kendisine gelen kişinin haline bakacaktır (ve ona göre hüküm verecektir.)

Kim gelir ve derse ki: “Vallahi ben şöyle kastediyorum…” (bu kişinin sözüne itibar edilmez.) Halbuki bu kişi hile yapıyordur. Fıkıh sahibi uyanık ve zeki olmalı ve mazeret beyan eden kişinin mazeretinde ve iddiasında sadık olduğunu bilmelidir. Onlar iddialarında oyun oynamaktadırlar ve sadık insanlar değiller. Eğer doğru sözlü olsaydılar, şeriatı tatbik eder, asıl itibariyle Allah’ın dinine bağlanırlardır.

Onlar İslam’ı ve şeriatı uygulasaydılar, Allah’ın indirdikleriyle hükmetseydiler, İslam’a yardım etseydiler, ülkede bulunan hâşâ Allah’a sövmek, laiklik, bozgunculuk, fasit küfri düşünce, kültür ve daha başka birçok inkâr, fısk ve fücurun önünü alsaydılar, dine bağlansaydılar, daha sonra düşman gelseydi, onlar da bundan korksaydı ve deseydiler ki: “düşman bize galip gelmemesi, bize vurmaması ve devletimizi yok etmemesi için mutlaka şunları yapmamız gerekir” (evet böyle yapsaydılar) bu durumda insanın onların mazeretlerine bakması mümkün olurdu. Amma onlar bunun tam aksine bir haldeyken mazeretlerini nasıl gözetebiliriz? Onların bütün bu mazeretleri sadece bir oyundur.

Bir kişi, mücahitleri gizler ve onlara yürü yürü derdi. Biz de örneğin Amerika’nın önünde açıkça ortaya çıkardık. Bu kişi gizliden az da olsa yardım ederdi. Bu kişinin hali biliniyordu. Fakat şunlar asıl itibariyle Amerika’ya hizmet etmek için çabalamaktadırlar. Onlar Amerika’yla ittifak edip onu dost edinmeden önce kendi kendilerine asıl itibariyle kâfir olmuşlardı. Dolayısıyla onların özürlerinin hiçbir kabul edilebilirliği yoktur. Onların yaptıkları sadece oyundan ibarettir ve hiçbir itibarı yoktur.

Bir kişi de içtihad edip bunları müdafaa etse, onların mürted olmadığını, mazur ve tevil ehli olduklarını zannetse, onları küfürden çıkarmak için savunsa, onlardan küfrü nefyederek onların fiillerine özürler bulmaya çalışsa ve bunları sahih bir niyetle yapsa, bu onun bir içtihadıdır bundan dolayı tekfir edilmesi uygun değildir. Yaptığı tekfirde bu kişi hata etmiştir.[1] Bu şekilde bir düşüncede olan kişi sadece Allah’tan bağışlanma dilemesi gerekir.

Amma bu kişinin onları batıl ile sadece arzularla ve ilmi bir kenara bırakarak savunduğu, ne ilmi ne de dini bilerek yalnız onlara destek, sevgi ve dostluk için müdafaa ettiği bilinirse bu kişi onlardandır. Allah’tan selamet ve afiyet istiyoruz. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh… Allahu a’lem bu kişinin küfründen korkulur. Belki bu kişi, onlardan olur, onlar gibi olur veya onlardan daha kötü bir durumda olur.

Bu kişi hakkında küfür veya İslam açısından hüküm vermek daha fazla bir araştırmaya ihtiyaç duyar. Fakat hiç şüphesiz bu tehlikeli bir iştir ve bu kişi savaş hükümlerinde onların hükmüyle yükümlenecektir. Biz bu kadarıyla yetiniriz. Bununla beraber bu kişinin kâfir olduğundan korkulur. Ancak kâmil manada hüküm vermek, bu kişinin durumunu daha fazla incelemek ve araştırma yapmaya ihtiyaç duyar. Acaba o kişi için bir özür var mı yoksa yok mu? Belki o kişi vakıayı yanlış anlamıştır…

Mesela; yakınındaki ilim ehlinin bir takım fetvalarına tabi olarak orduyu güzel ve İslami bir ordu zanneden kişi mazurdur. Ve buna benzer (başka) mazeretler olabilir. (Ancak) Bu kişi savaş hükümlerinde, onlara yardım ettiği, destek olduğu ve davet ettiği sürece onlardan sayılır ve genel olarak onlardan olduğuna hükmedilir. Mücahitler bu gibi kişilerle savaşır ve yok edilmesinde bir maslahat gördükleri zaman onları öldürebilirler.

Mecliste oturanlardan birisi:

_“Yani onlardan olduğu kabul edildiğinde öldürülür mü?”

Şeyh:

_Hayır hayır. Savaşmak ile öldürmek farklı şeylerdir. Bazen küfrüne hükmetmediğimiz kişiyi onlardan olduğu için öldürürüz.

Yani bu sadece maslahat için olduğunda böyledir.

Bir kişi mücahitlerle anlaşır ve onlara derki: “Füzelerinizi bu taraftan atmayın, şu tarafa; dağın yanına gidin ve oradan atın.” Bu adam Müslümanlardandır. Müslümanlarla bir bağlantıya geçmiştir. Fakat durum değişirse… Bu kişi başlangıçta bu şekilde başlar sonra değişir ve mücahitleri cihattan engeller; ne kendi köyünden ne de başka bir yerden operasyon yapmalarına mani olursa, -aslında niyeti mücahitleri engellemektir- birisi kendi köyünün yakınlarından diğeri ise kendi köyünün yakınlarından mücahitlere engel olmaktadır. Neticede bunlar mücahitlere mani olmaktadır. Bazen niyetleri mücahitleri cihattan engellemek, cihadı ilga etmek ve cihattan alıkoymaktır. Daha sonra devletle beraber olmak için bazen farklı bir merhalede değişerek, mücahitlerle savaşa girmektedirler. Bu gerçekten tehlikeli bir meseledir.

Kişi sadık ise mücahitlerle anlaşmalı ve hayırlı olanı yapmalıdır. Bazen de bu kişi, her hangi bir aşamada bizzat hükümetle aynı konumda yer alır ve aynı hükümle hükümlenir.

Allah sizleri hayırla mükâfatlandırsın. Allah’ım! Sen bütün eksikliklerden münezzehsin. Sana hamd ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden bağışlanma ister Sana tövbe ederim.”

[1] Cümlenin normal tercümesi bu şekildedir. Fakat siyak ve sibaktan anlaşılan cümlenin içinde bir kelimenin eksik olduğu yöndedir. Bu itibarla doğru olan tercümenin şu şekilde olmasıdır. “Bu kişi (onları) tekfir etmemeklehata etmiştir” (Mütercim)

Asyanin Sesi

 “Sancak Zayi Olmayacak, Ölen Liderin Yerine Yenisi Gelecek”

Küresel Cihat Ekolünün lokomotifi olarak kabul edilen El Kaide, liderlerinden Atiyetullah El Libi’nin tüm eserleri, konuşmaları ve mektuplarını içeren A’malul Kamile adlı bir eser yayınladı.

Yaklaşık 2 bin sayfa olan çalışmada Atiyetullah El Libi’nin aslında El Kaide’nin temel inanç ve metodolojisini yansıtan fikirleri bulunuyor.

Atiyetullah El Libi’yi diğer tüm El Kaide liderlerinden ayırt eden ise Libya asıllı cihat komutanının aynı zamanda hem dini bilgi birikimi ve hem de siyasi bilgi birikimiyle öne çıkıyor olması.

Meslektaşı Ebu Yahya El Libi gibi Moritanya medreselerinden mezun olan Atiyetullah El Libi’nin örgüt için önemi Abottabad Belgelerinde de görülüyor.

Birçoğu daha önce Asya’nın Sesi Haber Merkezi tarafından Türkçeye tercüme edilen Abottabad Belgeleri, Usame Bin Ladin’in El Kaide üyeleri ile mektuplaşmalarını içeriyor.

El Kaide Genel Liderliği görevi esnasında Afganistan Pakistan sınırındaki Veziristan Bölgesinde ABD hava saldırısıyla hayatını kaybeden Atiyetullah El Libi’nin A’malul Kamile adlı eserindeki öne çıkan bölümleri okurlarımız için Türkçeleştiriyoruz:

(MUASIR CİHAD HAREKETİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ, MÜSBET VE MENFİ YÖNLERİNİN ZİKRİ -ALLAH’A HAMD OLSUN- BİRÇOK BÖLGEDEKİ CİHAD HAREKETİNİN OLGUNLAŞTIĞININ VE ÜMMETİN PARLAYAN YÜZÜ OLDUĞUNUN BEYANI)

(Soru soran Tâlibu’d-duâ):

Olumlu ve olumsuz yönlerini zikretmekle beraber günümüz cihad hareketine genel manada bakışınız nedir?

Cevap: Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla… Hamd Allah’a dır. Salât ve Selam Rasûlüllah’a onun Âl’ine, ashabına ve ona dost olanlara olsun. Allah’ım kolaylaştır ve yardım et.

Kıymetli kardeşim, benim gördüğüm, -el-hamdulillah- cihad hareketi, ilerleme, yükselme ve daha iyiye doğru gitme sürecindedir. Bu mutlak ve genel bir bakış açısıdır… Yara, bere dram ve acılar olmasına rağmen ümitler büyüktür, olgunlaşma süreklidir ve zafer sebepleri kemale ermekte ve kuvvetlenmektedir.

(Cihad hareketinin) Olumlu ve olumsuz yönlerinden gördüklerimizi ele alacak olursak, diyebiliriz ki, insan topluluğuna hükmeden ilişkiler hususunda İslam ve Müslümanların yararına daha iyiye doğru bir evrilmenin olması burada zikredilebilecek olumlu yönlerdendir. Başka bir değişle, İslam ve küfür ile Müslümanlarla kâfirler arasındaki ilişkiler tabii konumuna doğru güzel bir şekilde ilerlemektedir. Bu ise, imani olarak dost ve düşman olma, Allah ve din için sevme ve buğzetme, insan ve insan harici her şeyi din esası üzerinden değerlendirme ilkesine bina etmektir. Yani beşeri ilişkilerin merkezine dinin yerleşmesidir.

Bu hakikat, en azından geçen asırda, milliyetçilik ırkçılık ve benzerleri küfri, değersiz, dünyevi, sapkın ideolojilerin insani ilişkilere hâkim olduğu vakit ve daha sonra İslam ümmetinde vaki olan tarihi dejenerasyona eş zamanlı olarak batının İslam âlemini fikren istila etmesi sebebiyle gözden kaybolmuş ve silinip yok olmuştur.

Bugün ise ümmet, bir ayağa kalkış, uyanış ve yükseliş içindedir. Bunun hâsıl olmasında en büyük rol–Allah’u teâla’nın fazlıyla- cihad hareketine aittir. Yani işlerin kendi aslına dönmesi hususunda… Şüphesiz on bir eylül hadisesi bu değişimin kritik (dönüm) noktasıdır.

Diğer taraftan, cihad hareketi bu değişimin en büyük istifade edenidir. Bu onun için, onun menheci ve daveti için bir destektir. Bu açık bir durumdur. Her halde bu, benim nazarımda cihad hareketinin en mühim olumlu yönlerindendir. İnsanların Allah’u Teâlâ’nın dinine giderek artan sayıda girmeleri, İslam’ı araştırmaları, onu tanımaya, öğrenmeye ve anlamaya yönelik çabaları -birçok yayınlamış istatistiksel bilginin işaret ettiği gibi- bunun neticelerindendir. Bu o darbenin, şiddetli sarsıntının ve kendisinden bahsettiğimiz tipik ilişkilerin doğal sonucudur.

Hiç şüphesiz insanlar gördüler ki, on bir eylülden sonra kâfirlerden İslam’a girenler, dine bağlananlar, başıboş Müslümanların gençlerinden Allah’a yönelenler daha öncekinin -Allah’a hamd olsun- iki mislidir.

Ümmetin maneviyatının yükselmesi izzet, şeref, onur asalet ve cesaret damarlarının atması cihad hareketinin müsbet yönlerindendir.

Bayrağı taşıyacak yeni bir neslin ortaya çıkması bu müsbet yönlerdendir. Biz bu gün –sadece Allah’u Teala’nın ikramıyla- kendi bayrağımızdan korkmuyoruz. Bilakis bizler mutmainiz. Hiç şüphesiz sancak zayi olmayacak ve düşmeyecektir. Her lider öldüğünde onun yerine (başka bir) lider gelecektir. Allah (azze ve celle) bu din için temiz ve şaşılacak fidanlar dikecektir.

Doğrudur! Muhakkak ki Allah –kâfirler istemese de- dinine yardım eden ve kelimesini yüceltendir. “Cihad kıyamete kadar devam edecektir.” İslam dini azizin izzeti veya zelilin zilletiyle gece ve gündüzün ulaştığı noktaya ulaşacaktır. Ancak her şeyin sebebleri vardır. Biz burada sebeblerin gerektirdikleri (şeyler) üzerine konuşuyoruz.

Cihada büyük yardımın olması -ki bu daha önce geçen manaya yakındır- cihad hareketinin müspet yönlerindendir. Cihad için bir saha açıldığında ve bir fırsat nasip olduğunda İslam gençliğinden müthiş miktarda bir coşkunluğun olduğunu görürsün. El-hamdulillah biz, sayı ve yardım noktasında bir eksiklikten sıkıntı çekmiyoruz. Bizim en büyük endişemiz, -Allah’ın güç ve kuvvetiyle- İslam gençliğini tevcih ve irşad etmek ve onlara yol göstermektir. Bu ise, -Allah kendilerine hidayet etsin- milletimizden birçok insanın bütün engelleme ve nefret ettirme çabalarına, -inşallah yeri geldiğinde kendisinden söz edileceği gibi- genel olarak bazı âlimlerin taksiratları olmasına ve –Allah kendilerini kahr-u perişan etsin- düşman tarafından teşvik ve korkutma yönünden kuvvetli bir ayartmanın olmasına rağmen böyledir. Bunlar düşünenler için şaşılacak şeyleridir. Başarıya ulaştıran Allah’dır.

Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun ki, Allah (azze ve celle)’nin insanları kendisiyle ayrıştırdığı büyük bir imtihanın ve mühim bir sınamanın olması cihad hareketinin olumlu yönlerindendir. Nitekim Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: “Allah mü’minleri oldukları hal üzere terk edecek değildir.” Yani daimi bir afiyet, mü’minlerin münafıklarla, Salihlerin fasit ve hainlerle karıştığı bir hal üzere… “Nihayet murdarı temizden ayıracaktır” (Â’li İmran 179)

Buna yakın olarak bir de Allah’ın düşmanlarına dost olan hain tağutlardan münafık ve zındıkların inkişaf etmesi, rezillik ve küfürlerinin ortaya çıkması, açık bir şekilde Allah’a, Rasulüne ve Allah’ın dinine savaş aşmaları… (cihad hareketinin olumlu yönlerindendir.)

Allah’a hamd olsun İslami cihad hareketi daha fazla olgunlaşmaya, itidal ve kemale evirilmiştir. Kendisi için faydalı ve güzel tecrübe ve sermaye oluşmuş, beraberinde ilmi ameli ve tarihi tecrübeler birikmiş ve şehitler, temiz örnek liderler takdim etmiştir. Bunların hepsi Allah’ın izniyle hayrın işaretçisi ve başarının alametidir. Allah başarıya ulaştırandır.

Ve bunların dışında günümüz cihad hareketinin özellikle on bir eylül hadisesinden sonra ihtiva ettiği müsbet yönler vardır. Biz ancak bazı mühim olanlarıyla iktifa ettik.

Cihad hareketinin menfi yönlerine gelince, aynı şekilde bunlar da vardır. Bu beşeri bir ameldir. Yani cihad, koşturma ve çabalama… Kesinlikle bunun başına yetersizlik, kusur, taksirat ve hata gelebilir.

Bazen kemiyet ve keyfiyet arasında dengenin olmaması (cihad hareketinin) menfi yönlerindendir. Başka bir değişle, cihada, harekete ve cemaate korkunç bir kemiyette akan (gençliği) kapsama ve onlara eşlik etmek hususunda tevcih ve irşadın eksik olması… Bu durumda birçoklarının katında ilim ve marifet ile amelin arasında çatlak olduğundan, hele hele genel olarak ilim ehlinin taksiratıyla beraber cehalet ve hikmet eksikliği galip gelir, hatalar çoğalır, fesat hâsıl olur. Biz burada özellikle cihadı kastediyoruz.

Bu var olan bir durumdur ve bölgeden bölgeye zamandan zamana değişir. Cezayir’de el-Cema’atu’l-İslamiyye el-müslleha’nın içine düştüğü büyük fesat ve sapkınlığı gördükten sonra, Allah’ın rahmetiyle bizim için bundan daha şiddeti ve korkutucu bir şey hâsıl olmadı. Fakat bizim ümidimiz hayrın galibiyeti, ameli ve ilmi (manada) cihad önderlerinin eksiliğinin farkında oluşu, buna sahip olma ve bunu düzeltme noktasında çabalamaları ve bu hususta makbul gayretler sarf etmeleridir.

Cihad hareketinde özellikle muhaliflere karşı bazen aşırı kasvet ve sertliğin olması, bazen düşmanlıklar sebebiyle ve savaşın acımasızlığının tabiatı gereği güzel olmayan ahlakların zahir olması (cihad hareketinin) olumsuz yönlerindendir. Bir kere daha belirtmek istiyorum ki bu, bazı bölgelerde ve bazı zamanlarda olmaktadır. Yoksa (cihad hareketinin) geneli ve yekûnu mutedil ve iyidir. Bunun kendisine ait sebepleri, gerekçeleri ve de ilaçları vardır. Allah dilerse ileride belki bundan bahsederiz.

Cihad hareketinin olumsuz yönlerinden birisi de bir kısım âlimlerle kötü alakadan çektiğimiz sıkıntıdır. İleride bunun üzerine bahis gelecek. Tahkik edildiğinde bu kusur sadece mücahitlerden kaynaklanmamaktadır. Bilakis onların bu husustaki payları daha azdır. Kuşkusuz bu hususta en büyük pay sahibi ilim ehlidir. Emretmek sadece Allah’a aittir…! Ancak bu (mücahitlerle bazı âlimler arasındaki kötü alaka) her halükarda bir problemdir. Allah’tan bunu halletmesini niyaz ediyoruz.

Kısaca, Allah’a hamd olsun ki hayrın üstün geleceğini, cihad hareketindeki olumsuzlukların birçoğunun zatî olmadığı, bilakis bölgesel ve haricî (kaynaklı) olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu çözülebilmeye ve düzeltilebilmeye yakın olan problemlerden sayılmalı, sonucu olmayan, engel teşkil eden veya helake sürükleyen bir sapma olarak sayılmamalıdır.

Burada mühim bir kaide vardır. Bu kaide şudur; problem senin haricin(de olan bir sebep(ten) kaynaklandığında bundan dolayı çok tedirgin olma. Bu sana zarar vermez. “Onlar eziyet etmekten başka asla size bir zarar veremezler.” (Âl-i İmran 111) Sana zararı dokunacak olan problem, senin nefsinden kaynaklanan problemdir. İster senin bu nefsin bir fert olsun istese cemaat (fark etmez)… “Sana dokunan her hangi bir fenalık nefsindendir.” (Nisa 79) Allah en iyisini bilir.

Özetle bile olsa burada kardeşlerime söylemek istediğim başka bir husus daha vardır. Şüphesiz cihad hareketi beşeri veya toplumsal her hangi bir cühd gibi gayret sarf edilen bir ameldir. Ümmetin tamamını veya tamamına yakınını temsil etme safhasına ulaşıncaya kadar, az olsun çok olsun kendisinde hatalar ve kusurlar olacaktır. Çünkü bu mücahid kardeşler, ümmetin adamları ve gençleridir. Allah onların kalplerini ihya etmiş, hidayetlerini artırmış ve kalplerine takvalarını vermiştir. Onlar da bu farzı yerine getirmek için ayağa kalktılar. Bu emaneti üstlendiler. Onlar aslında harp ve siyaset adamlarıdır. Fakat dine bağlanarak ve din için… (olmak kaydı şartı ile)

Bu fazilet, her cihetten eksiksiz olmak, kusur ve hatalardan hali olmak manasına gelmez. Onlar desteklenmeye ve tamamlanmaya ihtiyaçları vardır. Onların çoğu her ne kadar liderlerinin ve faziletlilerinin birçoğu şer’i ilimlerden ciddi bir nasip almış olsalar bile şer’i ilimlerde mütehassıs değildir. Onlar bu konuda farklı farklıdırlar. Bir de onların içinde şeyhler ve âlimler vardır. Ancak hala azınlık durumundalar. Var olan mevcut yapı ise bütün sahaları kapsayamaz ve bütün bölgeleri kuşatamaz. Fakat bu, cihad hareketinin genel olarak düzgün ve hayırlı bir hareket olduğunu nefyetmez.

Cihad hareketi ümmet üzerine bir berekettir. Bu zamanda taife-i mansura olması kendisi için ümit edilen ve onun fertleri mü’minlerin en hayırlılarındandır. Onlar, genelin genele üstünlüğü cihetiyle ulema taifesinden daha faziletlidir. Bu konuda bizim nezdimizde her hangi bir müşkül yoktur. Kuran ve Sünnette onların faziletine herhangi bir şey muadil olmaz. Bu hususta hiçbir âlim tartışmaya girmez.

Allah’u Teala’ya hamd olsun onlar gerçekte bu faziletlere sahiptirler, onların çoğunu veya hepsini yapmaktadırlar.

Cihad hareketi itidalli bir şekilde geçerliliğini sürdürmekte ve yavaş yavaş yoluna devam etmektedir. Onlara, Müslümanların âlimlerinden, ilim talebelerinden ve hayır ehli tüm insanlardan katılım olmaktadır. Yürüdüğü yolda ümmetin takati birleşmektedir. İnşallah bu durumda zafer elde etmeye daha muktedir ve fetihe daha yakın olacaklar. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir.

Bu işte olması gereken tek şey az bir sabır ve sebattır… Cihad hareketinin ümmet ile olan ilişkisi şaşılacak bir iştir. Onun lisan-ı hali şöyle der:

“Kemiklerimi inceltmeye çalışıyorlar güçleri yettiği kadar

Beni ise onlara şeref binasını dikiyor ve yükseltiyorum”[1]

Cihad hareketi dini ve ümmeti için gayret etmekte, canlarını vermekte ve feda etmekte iken kendi ümmeti tarafından yardımsız bırakılmaktadır! Fakat bizim tesellimiz Nebimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ümmetimden bir taife hak üzerine zahir olarak[2]savaşmaktan geri kalmayacaktır. Onları yardımsız bırakanlar[3] onlara zarar veremez.”[4] Ve Allah’u Teala’nın şu sözüdür: “Kim cihad ederse ancak kendisi için cihad eder. Şüphesi Allah âlemlere muhtaç değildir.” (Ankebut 6)

Bugün uzaklardan konuşan, hataları eleştiren ve özellikle ilme intisap edenlerden not üstüne not düşenler işte bunlar aslında en son konuşmaları gereken kimselerdir. Ne var ki bizler, Allah’ın rahmet ettiği az bir taife hariç, ilmin amelden ayrıştığı bir dönemdeyiz… Bizler öyle bir zamandayız ki insanlar korkaklığı akıllılık olarak görmektedir. Bizler çöküş dönemindeyiz. Bundan dolayı bunlar çokça vuku bulmaktadır ve bundan dolayı şaşılmaması gerekir.

Ancak bunların ekserisi, canlı kalp, takva ve salah ehli kimseler olsalardı hayâ ( (duygusu) onları susturur, düzeltmek, irşat etmek ve öğretmek için ön saflarda mücahid kardeşleriyle beraber olmaları gerektiğini bilirler, bu hayırda pay sahibi olurlar ve konuşmaktan çekinirlerdi. Veya bundan sonra konuşurlardı da kelamlarının bir ağırlığı ve ruhu olurdu. Şuan ise (onların kelamları) çarpıtmaktan, alıkoymaktan, terk etmekten, dedikodudan, (gereksiz) iddialardan bir de cehaletten öteye gitmeyen ölü bir kelamdır. Çünkü onların birçoğu, işleri (hakkıyla) tasavvur etmekten uzakta hakikatleri bilmemektedir… Tabiî ki her zaman istisnalar vardır. Allah’u Teala’nın kendilerinden bahsettiği Salihler bundan uzaktır. “İyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur. Allah bağışlayandır, Rahimdir.” (Tevbe 91)

Şayet “konuşmak, nasihat etmek, emretmek, nehyetmek, hata ve münkiri reddetmek vs… herkese ait bir haktır. Kişinin mücahit olmaması onu bundan alıkoymaz” diyecek olurlarsa, cevap olarak deriz ki: “Sizler farz-ayn olan (cihad)dan geri kalmak, kardeşlerinizi yardımsız bırakmak, azarı hak etmek günah ve kusur sahibi olmak suretiyle bu hataların baş müsebbibi olduğunuzu ikrar etmeniz şartı ile (bu söylediklerini) doğrudur.

Şayet: “Aynı şekilde biz de (başka) bir vecibeyi yerine getiriyor ve (başka) bir boşluğu dolduruyoruz…” derlerse (cevap olarak) deriz ki: “Bu, mutlak olarak kabul edilmez. Bilakis biz tafsilat yaparız. Kimisi vardır gerçekten sorumluluğu yerine getirir ve bir boşluğu doldurur. Bu mükâfatlandırılacaktır. Kimisi vardır cihattan geri kalmak hususunda şer’i bir özrü olduğundan mazurdur. Bunun dışında başka kısım insanlar da vardır.

İnsanların genelinin ahvali gizli değildir. İnşallah yeri geldiğinde konuya daha fazla izah getireceğiz. Tevfik sadece Allah’tandır.

[1] Bunu (meşhur şair) Ferezdak söylemiştir. Tabakatu Fuhulu’ş-Şuarâ (2/320)

[2] Hadis şarihleri bu kelimeyi “galip olarak” diye de açıklamışlardır. (Mütercim)

[3] Veya “onlara muhalif olanlar” (Mütercim)

[4] Bu rivayet Hâkim’in Müstedrek’inde geçer. (c3/s496) Hadisin aslı Buhari-Müslim’de zikredilir. Hadis bütün tarikleriyle mütevatir seviyesine ulaşmaktadır.

Asyanin Sesi

Abdulkadir Bin Abdulazize Reddiye

Tembih-Uyarı:

Biz, “Muhakkak ki, bu ordu, zalim ve mürted devletin tutan eli, vuran kolu, onun yardımcısı ve destekçisi, askeri ve adamlarıdır” sözümde olduğu gibi bazı ifadeleri genel olarak söyleriz. Bir yönüyle bu söz doğrudur. Şöyle ki, onlar farkında olsa da olmasa da vakıada onların hali budur. Bu onlardan ister kasten sadır olmuş olsun, ister kazara ve gereklilik olarak fark etmez. Bir de bu genel ifadeler, (onları) bu duruşlarından korkutmak, insanı helak eden bu çirkin ve kötü fiilden onları nefret ettirmek, kötü göstermek ve alabildiğine sakındırmak içindir.

Tekfir hükmünün ise ayrı bir ehemmiyeti vardır. Bu konuda dikkatli olmak gerekir. Hal böyleyken, meseleyi duruma göre ayrıntılı bir şekilde değerlendirmek gereklidir.

(Tafsilat), Hükümetin küfür ve riddetinin insanlar indinde açık ve net olmasına veya kapalı ve karışık olmasına göre…(yapılır) Bu meselenin takdiri fıkıh sahibi müftüye aittir. Eğer müftü, bu yöneticinin ve devletin küfrünü, hiçbir Müslümana gizli kalmayacak şekilde açık ve net bir seviyeye ulaştığını görürse, -tekfire mani olan bir durumu bilmediği sürece- orduda yer alıp yöneticiye dost olan kişileri tekfir etmesi caizdir. Örneğin müftünün, zarar vermek ve mücadele etmek için mürtedlerin ordusuna giren bazı kişileri bilmesi gibi… Tam tersine bu mürted tağutu tekfir etmeyen, onun küfründe şüphe duyan veya Müslüman olduğuna hükmeden kişiyi tekfir etmesi bile caizdir. Bu tağutun halinin kapalı ve karışık olması durumunda ise hüküm tersine döner.

(Tafsilat)selametin olması veya bilfiil savaşın patlak vermesi, safların ayrışması, insanların tağutun ordusunda, askerinde ve safında, olması ile mücahitlerin safında olmasına göre… (yapılır). İnsanlar selametin olduğu bir ortamda devlet için değil kendi memleketi (İslam memleketi) için asker oldukları, nefislerinde İslam’a iltizam ettikleri, yaratıcıya isyanda yaratılana itaat yoktur ilkesine bağlı kaldıkları iddiası ve insanlar arasında fiilen var olan buna benzer tevillerde bulunarak mürted devletin ordusunda askerlik yapmak hususunda ruhsattan faydalanırlar. Bu malum bir durumdur. Buna ilaveten onlar ikrah’ı ve mecbur olduklarını ileri sürmektedirler. –her ne kadar birçok durumda iddia ettikleri şeyin ikrah’ı mülc’i olduğunu gerçekten kabul etmesek de-. Öyle ki; orduda askerlik yapmazlarsa –zorunlu askerlik gibi- başlarına eziyet, darlık, hapis mahrumiyet ve benzeri sıkıntılar gelecek.

Savaş halinde ve safların ayrıldığı durumda ise, bu tevillerin hiçbirinin veya birçoğunun geçerliliği kalmayacaktır. Artık bu tevillerle tartışanlar inatçı ve sabit fikirli olmuş olacaklardır. Bu meselede fetva veren fakih, mutlaka bu iki durum arasında ayıracaktır.Allah (azze ve celle) en iyi bilen ve en çok hikmet sahibi olandır.

Benim için zahir olan, hocalarımla yaptığım müzakereden istifade ettiğim, delillerin işaret ettiğini ve cem olduğunu gördüğüm görüş, bu görüştür.

Benim nazarımda, İslami ve cihadi hareket sahasındaki tecrübeme göre, uyarıda bulunulması ve açıklanması gereken en mühim nokta, insanların bu hükümlerde ihtilaf etmelerinin mümkün olmasıdır.

Fakat bir kişi, kendi görüşünün –özellikle istisnasız bütün askerleri tekfir edenlerin görüşü- kendisinden başka ancak sapkınlığın olduğunu; hakikatin ta kendisi, bu, dinde zaruri bir şekilde bilinmesi gereken kesin bir emir, zıttı şirk ve küfür olan tevhidin gereği; buna muhalefet eden kimsenin tevhidi tahkik etmemiş ve anlamamış olduğunu ve buna benzer görüşleri iddia etse (cevap olarak) derim ki: “Gerçekten bu cehaletin ve sapkınlığın ta kendisidir.

Bu, kendisinden sadır olan kişiden kabul edilmeyecek bir görüştür. Hiç şüphesiz bu meseleler içtihadi meselelerdir, temelinde istidlal ve araştırma vardır, istidlal ve inceleme ile kesp edilen ilmin kısmındandır. Bu meselenin bütün suret ve teferruatı hakkında verilecek hüküm, dinde zaruri olarak bilinen hükümlerden değildir.”

Bundan dolayı daha önce, “el-Cam’i fi Talebi’l-İlmi’ş-Şerif” adlı kitabın sahibi Şeyh Abdulkadir bin Abdulaziz’in “mürted tağutun destekçileri” diye isimlendirdiği taifenin bugün tekfir edilmesi üzerine -kâfir olarak görülmesi hakkında sahabenin ittifak ettiği Müseylem-i Kezzab’ın tabilerinin hükmü gibi- muhalefet edenin tekfir edileceği kat’i bir icmanın olduğunu iddia etmek suretiyle içine düştüğü büyük hata hakkında uyarıda bulunmuştum. İnşallah yeri geldiğinde meseleye daha fazla açıklık getirerek cevap vereceğiz. Muhakkak ki bu, haddi aşan bir hata, büyük bir zelledir.[1] Bu konu hakkında sürekli uyarı yapmak ve bundan sakındırmak lazımdır. Çünkü Şeyh, iki mesele hakkındaki farkı fark edememiştir. Başarı Allahu Teala’dan dır.

[1] Bkz: el-Cam’i fi Talebi’l-İlmi’ş-Şerif (s597)

Sosyal Medya ve Ahlaki Çöküntü…


بسم اللهالرحمن الرحيم

Allah-u Teâlâ’ya hamd olsun! O’na şükreder, O’ndan yardım diler, O’nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah-u Teâlâ kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah-u Teâlâ‘dan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed (s.a.v.) O’nun kulu ve rasuludur.
Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün! (Ali İmran: 102)(Ali İmran: 102)
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretib yayan Rabbinizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allahtan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şubhesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir.”(Nisa: 1)(Nisa: 1)(Nisa: 1)
Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve rasulune itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab: 70-71)
En doğru söz; Allah-u Teâlâ’nın kitabı ve en hayırlı yolu gösteren Rasulunun sünnetidir. En şerli şey; bid’at olan şeydir. Her bid’at dalâlettir. Her dalâlet ateştedir.

Ve Bundan Sonra;
Ebu Rukayye Temîm b. Evs ed-Dâri (r.a)’den Peygamber (s.a) buyurdu ki:
“Din nasihattir.” Kime? diye sorduk; “Allah’a, Kitab’ına, Rasûlüne, müslümanların yöneticilerine ve onların hepsine!”
diye buyurdu.
Müslim Şerhi, 1,237

Es Selamu Aleykum Verahmatullahi ve Berakatuh Sevgili kardeşlerim.

Ey benim görmeden sevdiğim kardeşlerim Allah sizlere ve bizlere merhamet etsin.

Bir hususta bu günahkar kardeşinizin nasihati olacak Rabbim bu nasihattan dolayi sizleri ve beni faydalandirsin, umulur ki Allah subhanehu ve teala bu yapacagim nasihat hasebi ile benden razi olur ve bazi kardeşlerinde kendilerine gelmeleri için bir silkelenme olur.

Ey kardeşlerim ve bilhassa kiz kardeşlerim bu sözlerimi sizlere sevgi ve şefkat besleyen bir abi nasihati, bir kardeş nasihati olarak alin, vallahi bu risaleyi gördügüm şaşkinlik nedeni ile alelacele kaleme aliyorum, son bir hafta içinde gördügüm şeyler beni üzdü, kalbimi sizlatti ve Allaha bir mazeretim olsun istedim bunlari yazmaya karar verdim.

İnternet günümüzde artik her bireyin olmazsa olmazi oldu ve aşagi yukari insanlarin geneli internet kullaniyor ve bu gerçekten insan oglu için büyük bir nigmet..

Bundan 10 yil öncesinde bir çok kitaba bir çok Şeyhlerin risalelerine ve fetvalarina ulaşmak imkansizdi ve hatta Tevhid ehli kardeşler bile bir birini tanimiyor tanişanlar ise içine kapanik cemaatler oluşturuyordu daveti kendi aralarinda yapiyorlardi.

Bende bir çok konuyu internetten araştirip ögrendim..

İlmi forum sitelerinin yani sira sosyal medyada kullandim.

Gerçekten bizler o zamanlar ilime açtik ve dinimizi araştirmada gevşek davranmiyorduk. Bir kardeşle taniştigimiz zaman mutlu oluyorduk onlarla sohbet etmek bizim imanimizi artiriyor ve bundan lezzet aliyorduk.

Şimdi bu kardeşlerin çoğu yoklar onlarin çogu İslam davasi için bedel ödediler kimisi Şehid oldu kimisi ise hapis edildiler vallahi kardeşler ben öyle kardeşler tanidimki onlarin tek derdi Allahin dinini hakim kilma derdi idi.

Dinlerini davalarini oyuncak edinmediler ve İhlas üzere yaşadilar ve Fi Sebilillah şehid oldular.

Onlardan birisi bir bana cebinden bir resim çikarip gösterdi ve dediki bak bu çocuga ne kadar güzel değil mi?

Evet çocuk gerçekten çok güzeldi ve kardeş devam etti sözlerine ” Ben bu çocugu sirf Rabbim benden razi olsun diye onun yolunda terk edecegim ve bir daha görüşmemiz Firdevs Cennetlerine kalacak” dedi.

Allahu Akbar!

Ey Müslümanlar Ey Kardeşlerim biz Allah yolunda neyimizi Terk edebildik gerçekten?

Türkiyenin imanli gençlerinde biz çok hayrlar gördük bu sadece bir kardeşimizde gördügümüz bir ani…

Bir haftadir davet maksatli instagrama giriyorum ve gördüklerim benim dehşete düşürdü müslümanlar..

Kiz kardeşlerimiz resimlerini paylaşiyor kendisini videoya çekip neşitle beraber internete koyuyor ve bunlarida erkek kardeşler begeniyor SubhanAllah.

Vallahi bu davaya bedel ödeyen yiğitler sizin bu halinizi görseydi aglarlardi dehşete kapilirlardi. Ben ilk gördügümde gözlerime inanamadim, avrupadan kiz kardeşler sandim öyleki onlarin yaşantilari bizimkinden biraz daha farkli ama gördümki Diyarbakirdan, Ankaradan, Istanbuldan ve diger yerlerden ey Kardeşlerim vallahi Türkiyenin hiç bir şehri yokki şehidleri olmamiş olsun.

Siz bu şehid olan kardeşlerle ayni cennetimi istiyorsunuz gerçekten istiyormusunuz?

Ben bunlari size söylerken Müslümanlarin sorunlarindan habersiz biri olarak söylemiyorum evet gençler evlenemiyorlar erkekler sakal ile birlikte çalişmayi birakiyor kizlar ise ailelerine kalmişlar ve Türkiyede evlilik külfetli ve çok zor, Anne ve Babalar Allaha bu konuda hesap verecekler.

Evlilikler daha öncede problemdi şimdide problem birileri bu problem için el atmazsa ilerde de problem olacak, gençlerin sosyal medyayi bu kadar işgal etmelerinin başlica sebebi budur.

Sosyal medyadan evlilik için görüşme yapanlarin öyle saniyorum ki bir çogu bir birine dürüstte değil.

Burdan yapilan evlilikler malesef saglamda olmuyor kardeşler, bu sorunu reelden halletmeye bakmalisiniz.

Örneğin evli olan bir kardeşe bu durumu açabilirsiniz yada cemaatiniz varsa hocalarinizi bu konuda rahatsiz edin.

Ey Kardeşlerim kendimize gelelim bizler bilinçli müslümanlariz ve insanlari bilinçlendirmekle vazifeliyiz bizler dava adami dava kadini olmaliyiz, sosyal medyayi davet maksatli kullanmaya bakalim.

Kendimize gelelim kimse kiz kardeşi hakkinda kötü düşünülmesini istemez ve erkek kardeşi hakkinda da..

Buraya o videolari atan kiz kardeşlerim ilerde çocuklarina o videolari gösterebilir mi?

Belki diyorsunuz kapaliyiz biz sorun olmaz diye fakat kimse kendisini kandirmasin bu videolar insanlari etkiliyor ve özellikle bekar kardeşler bir zevce hayali ile yaşarken bunlar gerçekten fitne oluyor. Ey kiz kardeşim carşafi cazibe araci olarak kullanmayin Allahin hesabi çetin olur.

Allahtan korkun kardeşlerim siz geleceğin annelerisiniz ve gelecek nesili siz yetiştireceksiniz topluma ahlakli bireyler yetiştirmek istiyorsaniz önce siz ahlakli olacaksiniz.

Erkek kardeşlerime soruyorum hanginiz eşinin bu şekilde dans figurleri çizerek neşit eşliginde video yayinlamasina razi olursunuz?

Vallahi şerefini onurunu haysiyetini yitirmemiş hiç kimse buna razi olmaz.

Sözlerime son verirken niyetim kimseyi hedef almak kirmak incitmek değil bir kardesiniz bir abiniz olarak bu yaziyi yazdim.
Başarı Allah’tandır. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın. Sizi tüm hayırlara ve Allah’tan bir takva ve hidayet üzere kendi yoluna eriştirsin. Allah beni ve sizi dosdoğru yolu üzere sabit kılıp yakini bir imanla sadıklar ve hanifler olarak cennetle rızıklandırsın. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Selat ve selam ise Muhammed (sav)’in , ailesinin ve ashabının üzerine olsun .

(İslam Kardeşiniz)

Cariye Alma Meselesi

Lübnan’daki Hristiyanlar ve Filistin’deki Yahudiler gibi kafirlerin kadınların Esir almak hakkında

Esir alma meselesinde şu anki görüşünüz tehlikelere karşı i htiyat olarak ondan menetmektir. Halihazırdaki durumumuz ve içinde olduğumuz şartlar bu işin denetimine imkan sağlamıyor. Mücahitler dönüşümlü olarak gerilla savaşına atılıyorlar sığınacakları ve esir aldıkları şeyleri saklayacakları bir barınağa sahip değiller. Bilinen ve asıl olan kafirlerin,- savaşan Yahudi ve Hristiyanlar gibi asli kafirleri kastediyorum- onların kadın ve çocuklarının esir alınmasının caiz olmasına rağmen, içinde bulunduğumuz bu gibi şartlarda eğer bunun önüne açarsak bu açık mefsedelere yol açar…

Şeyh Atiyetullah’in Suriye Cihadi Hakkinda ki Öngörüleri

Suriye’ye gelince; Suriye’de Irak tarzı bir cephenin açılması ümidindeyiz. Tabi bu ileride Irak’ı neredeyse zikredilmeyecek bir hale sokacaktır. Çünkü Suriye, daha önemli ve düşman için daha tehlikelidir.

Suriye’de cihad ve mücahidin varlığı demek, onların Filistin’e ve Yahudi devletçiğine ulaşması, Lübnan’ın el altında olması, El Kaide mücahitleriyle Filistin mücahitleri arasında organik bağlantı ve daha birçok şey manasına gelir. Bunlar hiçbir halde ifşa edilen bir sır değildir. Düşman bunların hepsini bilmekte ve idrak etmektedir. Basın, bunlardan daha fazlasını zikretmektedir. Bununla beraber, biz Allahu Teala’dan ferahlık ve güzel lütuf niyaz ediyoruz.

Suriye nizamı; kriz, kritik bir durum ve sayısız problemler içindedir. Amerikalılar ve Yahudiler onlara karşı tereddüt halindedir. Bütün bu mülahazalardan dolayı Suriye üzerinde baskı fazlalaşmıştır. Onlar kendileri için uygun bir alternatif ve en güzel bir şekilde menfaatlerine hizmet edecek birilerini ortaya çıkarmak için çabalamaktalar. Çünkü hali hazırdaki nizam, kavmi ve tarihi kalıtsallıkları miras olarak almıştır. Bu da onları sadık hizmetçiliğe uygun bir hale getirmiyor.

Bununla beraber, Amerika, Suriye nizamını değiştirmenin, kendilerine nispeten tehlikeleri barındıran zor bir operasyon olduğunu biliyor. Bu durumda anarşi çıkması mümkündür. Bölgede çıkacak bir anarşi ise, fasit düzenlerin siyasi olarak yıkılması ve güvenlik açısından boşluğun çıkması manasına gelir. Mücahitlere nispeten bu merhale, istenilen bir merhaledir. Zira bu durum; onların felsefesine, doğru ve yanlışı şer’i olarak tarttıkları anlayışa göre baasçı, ırkçı, laik, baskıcı, yayılmacı, kokuşmuş ve hain olan şu nizamın varlığından daha hayırlıdır. Bu nizamla alakalı ne istersen söyle!

Bunun yanında kardeşlerimizden ve toplumumuzdan tercihlerinde sakinliğe, rahata, emâna, emniyete, istikrara ve sıkıntısız bir yaşantıya meyledip bu şekilde düşünmeyenler de vardır. Ve onlar ameli olarak bunu, Allah’ın (azze ve celle) resulleri kendisi için gönderdiği bir amaç olarak algılamakta, ne cihadı ne de cihadın içindeki hayır ve bereketi bilmektedirler. Allahu Teala, bizleri ve bütün kardeşlerimizi ihtilaf edilen mevzularda izniyle hakka yöneltsin. Hiç şüphesiz ki O dilediğini doğru yola ulaştırır.

Anarşi zamanında kendisine işaret edilen hayırlılık, bazı zamanlarda ve safhalarda geçerlidir. Bu, göreceli, nisbî, “iki zarardan en hafifini işlemek” kaidesine ve bu manaya gelen kaidelere mebnidir. Meselenin bir yönü budur. Diğer bir yönü ise; çünkü bu, büyük ve yüce olan hayra vesiledir. Bu, Allahu Teala’nın yolunda cihad etmekle beklenen değişim, kâfirlerle vuruşma ve dövüşmedir. Güzel sonuç, takva iledir.

Genel olarak, her daim sürprizler vardır. Biz Allahu Teala’nın müminlere ikram ettiğine, yardım ettiğine, ummadıkları yerden onları rızıklandırdığına, onlara hidayet ettiğine ve samimiyetle Allah’a kul olmaları şartıyla onları doğruya ilettiğine inanıyoruz. Cihad ve Allah’ın emrini yerine getirmek hususunda O’na inanıyor ve salih amel işliyoruz. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz” (Muhammed 7) “Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter” (Talak 3)

Suriye’ de beklenen dönüşümde müessir olan pek çok amil vardır.

Tabiî ki Irak meselesi…

Irak’taki Amerika’nın konumu…

Sünniler ile Şia arasında savaş…

Suriye nizamının bizzat kendi sorunları ki, bunlar çoktur.

Şehirdeki ve bölgedeki cihad ehlinin hali…

Sonra mücahitler –özel olarak El Kaide’yi kastediyorum- Suriye’de bir cephe açmak istiyor mu?

Buna imkân bulabilecekler mi? Vaziyetler, şartlarlar ve veriler onlara yardım edecek mi?

Suriye halkı bu gibi bir şeye hazırlıklı mı? Veya harici bir (devletle) savaşmak gibi büyük bir çarpışmaya ya da otoritesinde bir boşluğa ve istikrarsızlığa ihtiyacı var mı?

Çünkü bundan başka, âlimler gibi kendisine güvenilen, kulak verilen, itaat edilen insanları harekete geçiren, yollarında onlara rehberlik eden, dini ve toplumsal lider şahsiyetler yok.

Maalesef geriye kalan İslam beldelerinde de bir lider yoktur. Şüphesiz biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz! Gençler için güçlü, yardımcı bir amil olması kaçınılmazdır. Bu da büyük bir çarpışma ve karışıklıktır.

Allahu Teala’dan hayır olan şeyi kolaylaştırmasını niyaz ediyoruz. Şahsi görüşüme göre; Suriye’de cihadı isteyen, seven, onun için çalışan ve hazırlık yapan kardeşler, Irak ve daha başka yerlerdeki kardeşlerine yardımcı olmaları, hazırlıklarını kemale erdirmeleri ve beklenilen fırsat için ön çalışma arefesinde olmaları gerekir. Allahu Teala’dan kendimiz ve onlar için tevfik, doğruluk ve düşmanlar üzerine yardım niyaz ediyoruz. Âmin…

Not: El Kaide Merkez Komutanlığı Genel Emiri Atiyetullah El Libi, Ağustos 2011’de ABD hava saldırısında hayatını kaybetmişti. Atiyetullah El Libi’nin yukarıdaki soruya cevabı Suriye savaşının başlayışından önce olmuştur.

İrca Nedir Çeşitleri Nelerdir?

Hak olan, şüphesiz irca değişken suretlerde, çeşit çeşit kalıplarda, değişik şekiller ve süslü ibareler alan kötü, tehlikeli bir anlayıştır. Ondan değişik dönem ve konumlarda pek çok muhtelif örnekler, apayrı tehlikeler zahir olmaktadır. Ancak her kim, Kurân ve sünnetin getirdiği, sahabe ve tabiinden selefi salihin ve onlara güzel bir şekilde tabi olanlarında üzerinde oldukları ve dine uygun düşen hakkı bilirse, muhakkak ki o Allah’ın dilemesiyle ondan, (kendisini koruyan) bir sığınakta olur.

Öyleyse, ircanın çeşitleri, kısımları ve suretleri çoktur. Öncesinde de şimdide de âlimlerimiz onları açıklamış ve onlar hakkında uyarmışlardır. Onların (ircanın çeşitleri) çirkinlikte ve fesatta dereceleri vardır. Bunun üzerine ben, uyarmak ve inkâr etmek babından, onları açıklama yönünden, onlardan kendisini (irca) kavramanın kolay olduğu bazılarını zikrediyorum.

Onlardan birisi ve bu en kötüsü ve aşırılıkta en ilerisi olan; imanın sadece bilme olduğu sözüdür. Yani kalp ile bilme, yani kim Allah’ı kalbi ile bilirse hatta kendisinde tasdik hâsıl olmasa bile – imkansız olmasa bile, bilme ile tasdikin arasını ayırmak gerçekten çok zor olmasıyla birlikte – o mümindir. Onların yanında kesin tasdik, ikrar, İslam’ın ve imanın alametlerini söyleme ve ameller bunların tümü imanın isimlendirmesine girmez. İşte bu Cehmiyye’nin sözüdür. Ve bunun manası, bu bilme kimde bulunursa, o kimsenin dilinden, azalarından ne çıktığına aldırmadan, hatta lisanı ile küfrü açığa vursa bile Allah’ın hak ilah olduğunu bildiği sürece, o kimsenin mümin olmasıdır. Onların mezhebi, Şeytan’ın, Firavun’un, Karun’un, Haman’ın, Ebu Cehil’in ve onların benzerlerinin mümin olmalarını gerektirir. Küfür ve dalaletten Allah’a sığınırız.

Bu mezhep küfürdür, İslam milletinden çıkmadır. Kur’ân’a ve Muhammed aleyhissalatu vesselamın getirdiğine açık ve net bir şekilde zıttır.

Yine onlardan bir diğeri İmanın sadece dil ile ikrar olduğu sözüdür. Her kim dili ile imanı ikrar ederse kalbindekine aldırmadan o mümindir. Allah korusun. İşte bu Kerramiyye olarak bilinen topluluğun sözüdür. (Muhammed bin Kerram Es-Sicistani isimli şahsa nispeten.) Onların yanında münafıklar, dünyada imanı kâmil müminlerdir. Çünkü onlar dilleriyle imanı ikrar ediyorlar, ancak onlar ahirette ebedi ateştedirler. Allah’tan afiyet ve selamet diliyoruz. Hiç şüphesiz bu mezhep bozuktur, çelişkilidir ve muhakkak o, kitap ve sünnetin getirdiği hakka muhaliftir. Hiç şüphe yok ki, muhakkak münafıklar zahirde müslüman sayılıp, üzerlerine İslam hükümleri işletilse bile, onlar batında kâfirdirler, mümin değildirler. Ve onlar nifakları kati bir delille kendisine belli olmayanın yanında müslümandırlar (küfürleri içlerindedir), işte bu iman ile İslam arasındaki farkın açığa çıktığı durumlardandır.

Yine onlardan bir diğer grupta İmanın sadece kalp ile tasdik olduğunu söylediler. Yani ne dil ile ikrar nede azalarla amel ondan değildir. Bu Eşari ve Maturidi’lerden olan mütekellimlerin birçoğunun sözüdür. Onlar şunu demeye gereksinim duydular: Muhakkak dil ile ikrar İslam ahkâmının, sadece dünyada icrası için şarttır ve o imanın hakikatinden değildir. Aynı şekilde bununda batıl olduğunda, Kur’ân’nın ve sünnetin delillerine ve selefin icmasına açık muhalefetinde şüphe yoktur.

Ve bu (sözü geçen) toplulukların hepsi şu sözü diyorlar: İmanla birlikte hiçbir günah zarar vermez, aynı zamanda, imanın artıp eksilmesini de inkâr ediyorlar. Sapmaktan Allah’a sığınırız.

Ve onlardan: İmanın sadece kalp ile itikat (tasdik), dil ile ikrar olduğu sözdür. Ameller (uzuvların amelleri) imanın hakikatine (iman olarak isimlendirilmesine) dahil değildir. Ancak onlar dediler ki: Muhakkak uzuvların ameli iman için lazımdır.

İşte bu âlimlerimizin yanında fukahanın ircası olarak bilindi ve bu söz imam Ebu Hanife rahimehullaha, onun şeyhi Hammad bin Ebu Süleyman rahimehullaha ve bu ikisinden başkalarına da isnad edildi.

Şüphesiz o bir hatadır ve aynı şekilde kitap ve sünnetin nasslarının ve kendilerinden önceki selefin icmasının gösterdiğine muhaliftir. Ancak onun (bu görüşün) hakka olan muhalefeti önceki geçenlerin hepsinden daha hafiftir. Hatta ehli sünnet âlimlerinden bir cemaat dedi ki; şüphesiz onlar ve ehli sünnet vel cemaat arasındaki hilaf, lafzi ve görünürde kalan bir hilaftır.

Yine ircanın kötü, tehlikeli ve yenilenmiş sûretlerinden ve türlerinden ki onlar, kendisinden yukarıda zikrettiğim Cehmiyye mürciesinin ve benzerlerinin riddet içerikli itikatlarının açığa çıkmasıdır ki onların ihyası, yayılması ve süslenmesi tamamlandı. O (irca) ki zamanımızda heva ehli bidatçılardan olan kavimler bize onu gösterdi. Ve onlardan çoğu sultanlardan olan tağutların yaltakçılarından ve melikler dini ashabındandır. Seleften bazılarının, eskiden irca hakkında tabir ettiği gibi “O (irca) meliklerin sevdiği dindir.”

Onların sözlerinden bazıları şunlardır:

* İnkarsız hiçbir küfür yoktur.

* Yalanlama küfrü dışında hiçbir küfür yoktur. Yani bu çeşitte küfür, yalnızca yalanlama küfrü ile sınırlanmıştır.

* Helal kabul etmedikçe hiçbir küfür yoktur. (Kur’ân’ın ya da sünnetin nassı ya da icma ile küfür olan amelin helal kabul edilmesi)

* İnanmadıkça (itikat etmedikçe) hiçbir küfür yoktur. Muhakkak (bu sözde) küfür sadece inanma ile sınırlanmıştır. Bunda uzuvların amellerinden olup ta, bizzat kendisi İslam milletinden çıkaran büyük küfürden olan hiçbir şey yoktur. Ancak onunla birlikte itikat olursa müstesna, onunla birlikte olan itikatta: Yalanlama, inkar ve küfrü helal görmedir.

* İnsanın küfre kastetmesi dışında hiçbir küfür yoktur. Yani kâfir olmayı kastedecek ve isteyecek, ta ki göğsünü küfre açtığı bilininceye kadar (küfre girmez).

* Amellerden, bizzat kendisi büyük küfre sokan hiçbir şey yoktur, bilakis onun büyük küfür olduğuna dair şer’i delil sabit olduğunda, onun manası, kalbi küfre delil olmasıdır!

Bunların hepsi bizim kendisinden beri olduğumuz kötü, tehlikeli ircanın farklı suret ve türlerindendir.

Ehlisünnet vel cemaate gelince; Allah onlara yardım etsin, izzetli kılsın ve kalabalıklarını çoğaltsın. Muhakkak ki onlar (daha önce) geçtiği üzere itikat ediyorlar ve diyorlar ki: Şüphesiz iman, sözdür, ameldir ve niyettir, artar ve eksilir, şüphesiz onun zıttı küfürdür: itikat ile şek ile söz ile fiil ile ve terk ile olur. Yine yalanlama küfrü ya da inkar küfrü ya da şek küfrü ya da red ve büyüklenme küfrü ya da yüz çevirme küfrü ya da cehalet küfrü olur. Yine diyorlar ki: Muhakkak şer’i delil ile İslam milletinden çıkaran küfür olduğu sabit olan, işte o küfürdür ve ona küfür denilir ve denilir ki: Onu yapan her kimse o da kâfirdir. Sonra ise muayyen şahıs (fail) için hükmün şartları bulunduğunda ve o hükme engel olabilecek maniler bulunmadığında o kişinin küfrüne hükmedilir. Onda şöyle denilmez: (yani, şer’i delille onun küfür olduğu sabit olduğunda) Hayır, (küfre girmez) ta ki failin küfre itikat edip etmediğine bakıncaya kadar, ya da onun bu küfür fiilini helal sayıp saymadığına bakıncaya kadar, ya da onun yalanlayan ve inkarcı mı yoksa değil mi? olduğuna bakıncaya kadar. Allah’ın bizleri hidayet üzere sabit kılmasını ve fitnelerin saptırmalarından bizleri korumasını diliyoruz.

Önemli bir uyarı: Bilinmesi gerekenlerden biride; Ehli sünnetten kimi âlimler, netlik bakımından az ve gizli dereceden bazen kendisinde irca olan, daha önce zikri geçen sözlerden bazısına uygun düşen söz söylüyor ve o aynı zamanda genel olarak ehli sünnet vel cemaat akidesi üzeredir. Ancak hata etti ve içtihadı onu, mürcienin bir sözüne uygun düşen, hak olduğunu zannettiği bir söze sevk etti, bu gibi durumda onu irca ile vasıflamada acele etmiyoruz. Şüphesiz onun hatasının beyanı ve o hatadan uyarmak için söz söylemek kaçınılmazdır. Mesela denilir ki: Şunda hata etti, mürcieye uygun düştü ve bir söz söyledi ki o söz onu mürcienin sözüne sevk etti ve o da şöyle şöyledir. Muhakkak insan kendisinde olanda çoğunluğa ve en belirgin olana isnâd edilir. Genel olarak herhangi bir kimseyi bidat ile vasıflamaktan dikkatli olmak, ihtiyatlı davranmak ve kaçınmak gerekir. Özelliklede âlimlerden ve fazileti zahir olan, hayrı ve isabeti çok olan ve onlardan sünnete olan iltizamı (tutuculuğu) bilinen, ona olan arzusu açık olan, onu savunması ve ona ittibaya çalışmadaki ısrarı bilinen kimseler hakkında.

Amerika Hakkinda

Şuan Amerika’nın durumu hakkındaki değerlendirmeniz nedir?

Fiilen yıkılma süreci başladı mı?

Amerika, Afganistan ve Irak’tan çekildikten sonraki tahmininiz ne dir?

Mücahidler bu hale razı olurla mı, yoksa onlar Amerika’yı başka bir savaşa sokmak mı isterler?

Mücahidler Amerika’yı başka bir savaşa soksalar, sizin bu konudaki öngörünüz nedir?

Mücahidler bir kere daha on bir Eylül saldırısını tekrar edecek mi?

Atiyetullah El Libi: “Kıymetli kardeşim Allah seni güldürsün!

Sırf bir filimi canlandırmak veya savaş taklidi yapmak için mücahidlerde bir hobi ve tutku olduğunu sanmıyorum. Tam tersine kesin olarak inancımız şudur ki; onlar Allah’u teala’dan bir nur ve basiret üzere O’nun yolunda cihad etmektedirler.

En nihayetinde onlar da diğer insanlar gibi insandır. Hata da ederler isabet de ederler. Fakat Allah’a hamd olsun ki onlar, insanların en hayırlılarındandır. Biz onları böyle zannediyoruz ve Allah’a karşı kimseyi temize çıkaramayız. Allah’dan (azze ve celle) onların önlerini açmasını ve onları mübarek kılmasını niyaz ediyoruz. Âmin.

Bununla beraber mücahidlerin, Amerika’nın geri çekilmesinden ve atlas okyanusunun gerisinde kendi kıtasına kapanmasından hoşnut olacaklarını düşünüyorum. Onlar ne Amerika’yı ne de başka bir ülkeyi yeni bir savaşa sürüklemekte acele etmeyeceklerdir. (Çünkü) Onları önünde, Allah’u Teâlâ’nın Amerika’ya kifayet ettiğinde çok büyük meşguliyetler olacaktır. Vallahu’l-Müsteâ’n. (Allah kendisinden yardım istenilendir.)

Amerika’nın durumu hakkındaki değerlendirmeme gelince; evet, Amerika için yıkılış, geri çekiliş ve çöküş vetiresinin (sürecinin) başladığını düşünüyorum. Bu hızlı da olabilir yavaş ta. Değişik amillere göre bu ihtimalli bir durumdur. Biz hayrı umuyor, onun helaki için Allah’a dua ediyoruz. Müslümanlar her yerde bunu dillerinden düşürmüyorlar. Dolayısıyla Amerika’nın yok oluşu uzak değildir.

Âlimlerimizin dediği gibi: “Devletler köklüdür.” Yani genel olarak, devletlerin yıkılması, yok olması ve yok edilmesi her halükarda kolay bir şey değildir. (Ancak) önceki Âd kavmini, geriye hiçbir şey bırakmadığı Semûd’u ve bunlardan daha kuvvetli olan kazıklar (çadırlar, ordular) sahibi Firavun’u helak eden Allah’a (azze ve celle) hiçbir şey zor değildir.

“Biz, onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?” (Meryem 98)

Biz, onlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri helâk etmişizdir. Kurtuluş var mı?” (Kaf 36)

“Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Hâlbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerde Allah’ı âciz bırakacak bir güç vardır. O, bilendir, güçlüdür.” (Fatır 44)

“Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin âkıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri yönünden bunlardan daha da üstündüler. Böyleyken Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah’ın gazabından koruyan da olmadı.”(Mü’min 21)

Ama biz, kevni sünnetlerin ve yarattıklarında adetullahın verilerine göre konuşuyoruz. Bu facir ve azgın devletin çöküşü için beklenilen bir takim sebepler vardır. Örneğin; Irak’taki kriz ve çıkmazın artması, daha sonra Amerika’nın oradan çekilmesi, Afganistan’da da benzeri bir durumun olması, bütün bölgelerde mücahidlerin Amerika’ya karşı zaferlerinde kısmi bir fazlalaşmanın olması ve buna benzer sebepler…

Bir de, aniden gelişen etkenler vardır. Mesela; Pakistan’da Müslümanların yararına bir inkılâbın olması,- Allah’u Teâlâ’dan Müslümanlar için bunu gerçekleştirmesini niyaz ediyoruz- petrol ve bunun dışındaki noktalarda iktisadi etkilenme ihtimali, Amerika’nın içindeki değişiklikler, dağılma ve fesat bunlara örnek olarak verilebilir. Bir de mücahidlerin daha başka sürpriz büyük darbeleri olabilir ki bu ağır bir (darbe) olur. Allah’u teala’dan bunu istiyoruz. Yine de genel olarak, ister bu sürpriz darbeler olsun ister olmasın Amerika gerileme ve yıkılış vetiresindedir. Allah’a hamd olsun.”

Cihad ve tekfir hakkında bazı meselelerde bize karşı çıkan alimler ve davetçiler hakkında

Biz muhaliflere haksızlık etmeyiz de zulmetmeyiz aksine onlara insaflı davranırız ve Allah azze ve cellenin emrettiği adaletle onlara muamele ederiz. (Ey iman edenler adaleti titizlikle ayakta tutanlardan olun.) Biri hakkında hüküm verirken haddi aşmayız, kötü bir edeple davranmayız ve hak namına en ufak bir şeyi bile geri çevirmeyiz. Bilakis kimden olursa olsun hakkı kabul ederiz. Hatayı ve batılı da kimden ve nereden olursa olsun reddederiz. Ve biz tüm bunlarda edebi, sekineti ve vakarı gözetiriz. Hakka tutunmamız ve onu açıkça ifade etmemiz ve de bize karşı çıkanlara saygı göstermemiz, onlara karşı edepli olmamız arasında çelişki yoktur. Bilhassa bize karşı çıkan kişi üstün, önde gelen, fazilet ve birçok hayır sahibi birisi özellikle de bunlarla beraber eğer o İslam, ilim ve Allah’a davette saçları ağarmış bir alimse .

-Küresel İslami Medya Cephesinden Kardeşleriniz-

“Bismillahirrahmanirrahim Hamd Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasulullah’ın ashabının ve hidayetle ona tabi olanların üzerine olsun. Bundan sonra;

Cihadi ilmi ofisin hakkı, her yeni ve faydalı, menheci düzelten ve tamamlayan, ümmetin gençlerine dinlerini iyi anlamada yardımcı olacak ve doğru menheci düzenleyen yazıları yaymasıdır. Özellikle de eğer yazar menhecinin güvenilirliği ve üslubunun yumuşaklığı ile bilinen biriyse.

Bu derlemenin hedefi ve yayınlanması iki sebepledir:

Birincisi; izlerinden gitmeleri için cihad hareketi gençlerine bu gibi şeyhleri örnek olarak sunmak. Bu sunum Kur’an ve Sünnete tabi olma gerekliliğine ters düşmez. Aksine onun altında yer alır. Çünkü kişi faziletli olduğu bilinen, böyle şöhret olmuş kişileri gördüğünde ona rağbet eder. Bu da kişinin hakka boyun eğilmesini ve hakkın zıttı olan şeylerden kendini alıkoymasına sebep olur.

İkincisi; Cihat hareketine karşı olanlara, onları radikallik, aşırılık, cehaletle suçlayanlara reddiye için. Öyle ki takip ettikleri ve saygı duydukları şeyhlerin sözleri hakkında düşünsünler ve onların görüşlerinin nasıl şer’i kaidelere bağlı olduğunu ve sözlerinin ilim usulünün gereklerinin dışına çıkmadığını görsünler.

İçtihat kaynaklarından herhangi birinde isabet edip hata edebilirler. Kendisine vahyedilenler dışında hiç kimse masum değildir. Allah Azze ve Celle’den bize ve kardeşlerimize bu konuda fayda sağlamasını, bizi salih amel ve faydalı ilimle donatmasını, bize Kur’an ve Sünnete en iyi şekilde tabi olmakla rızıklandırmasını ve gizli açık her zaman Şeyhlerimizi korumasını, bizi, onları ve bu çalışmada payı olan herkesi razı olduğu şeyde başarıya ulaştırmasını, bizleri ve onları affetemesini dileriz.

Biz Allah’a Davet Edenleriz…

Kardeşlerim şunu bilin ki biz cihat destekçileriyiz. İlk konumda Allah’a davet edenler olmamız gerekir. Cihat İslam’ın en yüksek zirvesi, Allah’a davet ise en büyük gayesidir. Diğer yüce gayelerin kendisine dayandığı bu esas gaye için cihad meşru kılındı sahabeler de (Allah onlardan razı olsun) bunu bu şekilde anlamışlardı. Hakikaten biz hidayet, iyilik, rahmet, ihsan, adalet ve İslam davetçileriyiz. Çünkü biz Allah’a davet ediyoruz. Davet aşamalarının önceliği edeple, faziletle, güzel ahlakla kuşanmaya, insanlarla iyi muameleye ve örnek olmaya davet etmektir. Ve her birimiz bilmeli ki biz her mecliste İslam’ı, cihadı ve mücahitleri temsil ediyoruz. İnsanlar bizim ahlakımızdan ve davranışlarımızdan yola çıkarak din, cihat ve mucahitler hakkında fikir sahibi oluyorlar. İnsanları güzel ahlak ve edepten daha fazla etkileyen bir şey yoktur. İnsanın beraberindeki hakkın etkisini en çok yok eden ve itibarını yok eden şey ise kötü ahlak ve edepsizliktir.

Sevgili kardeşlerim bizim hakkı açıkça söylememiz kesin kararlar almamız ve yüce, şerefli işleri benimsememiz ile Allah’a karşı mütevazi, müminlere karşı alçakgönüllü olmamız, muhalifleri geri çevirmemiz, hatayı ve hatalıyı beyan etmemiz arasında çelişki yoktur. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Allah’ın nebisi Muhammed’in ehlinin ve ashabının üzerine olsun.”

Mahkeme Konusu

Allah’ın şeriatını gözetmeyen küfür toprakları üzerindeki devletlerin mahkemesi önünde bir müslümanın gasp edilen hakını geri alınması için dava açması

Kimi alimler bunu tamamen yasaklayıp sabretmeyi emretmiştir sebebi ise bu durumun dinimizdeki küfür ve yasaklanan tağuta muhakeme olma kapsamına girmesinden korkulduğu içindir. Kimi alimler ise zaruret halinde buna ruhsat vermiştir. Çünkü insanların mal ve mülklerini korunmasına, çalınan ve gasp edilen eşyalarının geri iadesini ihtiyaçları vardır. Eğer insanları bundan men edersek bu büyük, umumi bir zarara sebep olur. Ve avam buna güç yetiremez. Kimi alimler ise, bazı insanlar bunu muhakeme olmak olarak isimlendirseler bile bunu muhakeme olarak görmüyor. Çünkü insanların isimlendirilmesi itibar edilmez. İtibar edilen belirleyici etken hakikatler ve Şari’nin hükme bağladığı ve gerçekleştiğinde Şari’nin muhakeme olarak isimlendirdiği şeydir ve bu alimlere der ki:’’ Bu muhakeme olma değil, kafir sultana şikayette bulunup hakkını zalimden alıp mazluma geri vermesi için yardım istemektir. Bu karara bağlanırsa şartı ; talep edilen hakkın şikayetçi mazlum müslüman kişinin hakkı olduğu ve onun kazandığı bilinmesi ve tağuti makamın gerekli araştırma ve ispatları yerine getirdikten sonra hakkını onu vermesi kişinin de hakkı neyse onu alması şüpheli olan ya da bilmediği şeyi almamasıdır. Bu son görüş en kuvvetli ve en makbul olanıdır.

Şeyh Atiyyetullah el Libi’den Şeyh Ebu Musab ez Zerkavi’ye

“Sen bir gücü ve devleti yıkmak ve onun enkazına bir İslami devlet dikmek yahut en azından buna giden doğru yolda bir yapı bloğu oluşturmak isteyen cihadi siyasi bir organizasyonun lideri olarak, bu insanların tümüne muhtaçsın. Ve benim fikrime göre, çeşitli kalibrelerdeki kardeşler için olmasının yanı sıra çeşitli derecelerdeki tüm kişilerle geçinebilmek de mecburidir. Aynı zamanda aşiret liderleri ve toplumun üst kademelerinden insanlar da vardır. Bunlar da farklı seviyelerdedir. Öyleyse onların arasında bize yakın olan iyi kimselerle bazı meselelerimizde fikir alışverişinde bulunmalı, onlara değer vermeli ve övmeli, onları bazı meselelere dahil etmeli, prestiji sevdikleri için onlara bazı konularda hak ve yetki tanımalıyız. Bu yolla onların tepelerine çıkacağımıza, siyasi ve sosyal liderlikte onları haklarına tecavüz edeceğimize, onların üstüne basıp geçerek onları düşünmeyeceğimize ve onlara değer vermeyip hesaba katmayacağımıza inanmalarına sebep olmamaya çalışmalıyız. Bunun yerine onlara dini tesis etme, ülkeyi ve halkı özgürleştirme, İslami bir devlet tesis etme ve Rahman’ın şeriatını uygulama gibi konularda onlarla çalışmak istediğimizi hissettirmeliyiz. Bizim görüşümüze göre oynayacakları büyük bir rol vardır. Her Müslüman ve her kişi bunda bir rol oynar. Bu süre zarfında onları şeriata, iyi ve faziletli olan her şeye davet etmeli, yanlışlara ve tüm kötü amellere karşı tavsiye vermeliyiz, onları mükemmelleştirmeye çalışmalı ve cesaretlendirmeliyiz. Ne zaman ki halk onlara değer verdiğimizi, çabalarını takdir ettiğimizi, onlara saygı duyduğumuzu, onlar için en iyisini istediğimizi ve onlara sempati beslediğimizi hissederse bu onların kalplerini bize çekecektir.”

Cihadi Hareket Gençlerinin Tekfir Konusuna Yönelmesi!

Tekfir meselesi genel olarak bizim daima uyardığımız en ciddi meselelerdendir. Mücahit gençleri onun tehlikesine karşı uyarıyoruz ve onlara diyoruz ki: “Tekfir işini güvendiğiniz alimlerimize bırakın. Herhangi birinin bu konulara müdahil olması ne uygundur ne de caizdir. Çünkü o çok tehlikeli bir iştir büyük alimler, imamlar dahi onda hataya düşmekten korkuyorlar ve daima selamet yolunu diliyorlar. Ve diyorlar ki : ‘Dinde selameti hiçbir şeye denk tutmayız.”

Bu yüzden, sıradan bir genç için Allah’a ve Rasulullah’ın getirdiği her şeye icmali (genel) olarak iman etmesi, aynı şekilde tağutu da icmali olarak reddetmesi yeterlidir. Kişinin, bu hususa ilişkin detaylar ve muayyen bir şahıs ya da grubun kafir olup olmadığı keza bir fiili sebebiyle dinden çıkıp çıkmadığı ve buna benzer cüz’i meselelerde hüküm vermek kişinin ilmi seviyesine göredir. Çünkü bu meseleler içtihat, fetva ve şer’i hükümlere dayalıdır.

Dolayısıyla, bu bahislerde ilmi olmayan biri ya sukut etmeli ya da “Bilmiyorum” demelidir. Bu cevap kişinin ne imanına ne de dinine zarar verir, aksine bu tavrı takınmak imanın mühim gerekliliklerindendir. Bilmeyen kişinin bu meselelere ilişkin konuşması yahut hüküm vermesi ve bu kararında ısrarcı olması caiz değildir. Bu kişi ancak bir alime tabi olmak yoluyla onu taklit edebilir. Bunun yanı sıra ‘Bilmiyorum, alimlere sorun’ demelidir. Sonrasında eğer güvenilir, şer’i ilimlere hakim olmalarıyla bilinen bu alimler hüküm verirse onlara tabi olmaları ve onları taklit etmeleri gerekir.

Cihadi Hitap(söylem)Neye Muhtaç ?

Birçok mücahidin söylemlerinde ve muhalifleri ile özellikle belirli gruplarla muamelelerinde ıslaha ve yol göstermeye ihtiyacı var. Ve de önceliklerin, önemli ve vurgulanması gereken belirli meselelerde daha derin ve eksiksiz bir şekilde kontrole ihtiyacı var. Muhalefete karşı muhalif olarak, reddederek, nasihat ederek, şefkat ya da zorla, şiddetle ya da incelikle, kolaylaştırarak zorlaştırmayarak, müjdeleyerek nefret ettirmeyerek, tevazu, adalet, insaf ve faziletle, kibarca ve insafla ve de genel olarak hikmetle muamele etmek büyük bir fıkıhtır. Her insan için önemli olan ilmi bir konudur. Nasıl ki Allah yolundaki mücahitler dinin sancağını taşıyanlardır, onu savunanlar ve akideyi koruyanlardır, bu yüzden onlar bu ilme ve fıkha en çok ihtiyacı olanlardır. Her mücahide eğitim karargahlarında kalaşnikof ve patlayıcılar hakkında eğitim verildiği gibi bu konu hakkında da özel kurslar verilmesinde bir mahsur yoktur.

Hamas hükümeti tağuttur diyebilir miyiz ?

Hamas’ı ihanetle ve riddetle suçlamak doğru mudur ?

Hamas’ı ihanetle suçlamak ve onu mürted olarak nitelendirmek vs. Şer’an caiz midir? Hayır… Onu mürted olarak vasıflandırmak ya da onu küfürle suçlamak caiz değildir. Aksine bu bir hatadır. Gerçekten bu, gençlerimizi her yerde uyardığımız, sakınmaları gereken ve bir kişiye hüküm vermede aceleci davranmamaları gereken, hata ve tevilin olabileceği konulardandır. Hata büyük olsa bile bu böyledir. Ancak engelin olamayacağı ve mazeretin kabul edilmeyeceği bir mesele bunun dışındadır. İhanet iddiasına gelince, biz bunu meşru görmüyoruz. Ancak onlar hakkında ya da daha yerinde bir ifade ile onların çoğu hakkında zannımız şudur ki onların emirleri ve alimleri iyi şeyler istiyorlar ve dine yardım etmek için çalışıyorlar . Dine uyabilecekleri kadar uyuyorlar ve onlar Allaha hamd olsun hain değiller hainliğe yakın bile değiller, Allah muhafaza.

Buna rağmen eğer kimi insanlar onların hatalı fiillerinden kaçınmak, hatanın reddinde tavizsiz davranmak için hatayı belirleme esnasında hain ifadesini kullanırlarsa, onlara Müslümanların davasına ihanet ettiniz, Allah’ın cihad emanetine ihanet ettiniz derlerse bu emir, nehiy ve inkar için mümkün olabilir. Eğer bu ifade, söyleyenlerden ihlas nasihatten dolayı ve dini müdafaa etmek ve onu korumak için çıktıysa adaletli olmalı, haddi aşmamalı ve zulüm etmemelidir. Ve eğer bu şartlar sağlanmazsa kullandığı ifade sahibine aittir, söylenene değil.

Hamas hükümeti tağuttur diyebilir miyiz ?

Biz Hamas hareketi hatta Hamas hükümeti tağuttur demiyoruz. Çünkü onlar Müslümanlar ve hayra tevil ediyorlar fakat hataya düştüler.